İslami İlimler Uygulama ve Araştırma Merkezi

Karadeniz'de Hoca Olmak / Bulgular ve Beklentileri ile Proje

1. Konu: Zor Günlerin Hocaları

Erbab-ı kemâl sıkıntıda belli olur

 

     Türkiye’nin yakın tarihi, birbirini izleyen ve zorluklarla sarılmış önemli olaylardan oluşmaktadır. Osmanlı’nın tarih sahnesinden yavaş yavaş çekilmesi hem dünyanın hem de üzerinde yaşadığımız coğrafyanın bir “Dünya Savaşı” yaşamasıyla nihayetlenmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi Anadolu toprakları açısından sorunların bitmesi anlamına gelmemiş aksine büyük sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Varlık-yokluk mücadelesi anlamı taşıyan bir Kurtuluş Savaşı verilmiş, yeni Türkiye Cumhuriyeti bu savaşların gölgesinde ve minnetle anılacak eşsiz fedakârlıklarla kurulabilmiştir. Ancak siyaset, ekonomi, sosyo-kültürel alanlar başta olmak üzere bu genç devleti bekleyen pek çok sorun vardı. Yani yakın tarihimiz açısından yirminci yüzyılın ilk yarısı oldukça “Zor Günlerdi.”

 

     Yeni şartlarda eskiyi ve ona ait olan dünyayı konumlandırmak çok da kolay olmamıştır. Çünkü Osmanlı kültürü içinde farklı bir yere sahip olan ulema ve onları yetiştiren medreselerin ihtiyaca cevap vermediği düşüncesi, modern tarzda yeni okulların açılmasına sebep olmuştu. Bu okulların daha ziyade sosyal ve fen bilimlerine ağırlık vererek onları öncelemesi; yani modern bilimlere odaklanması hem medreselerin hem de buralarda yapılan dinî ilimlerin dışarıda kalması anlamını taşıyordu. İnsanların dinî ilimlerin tahsilinden beklediği sosyal pratiklerden bazılarının nasıl yapılacağı da cevap bekleyen başlıca sorundu. Söz gelimi, hayatlarının akışı içinde yeri olan ve yüz yıllardır uygulayageldikleri düğün, cenaze ve bayram gibi merasimlerin dinî veçhesini icra edecek insanlar nasıl yetişecekti? Onların alışageldikleri “sıbyan mektepleri” artık olmayacak mıydı? Dedelerine Yasîn okuyacak torunları kim eğitecek ve onlar Yasîn-i Şerîf’i nasıl öğrenecekti?

 

     Anadolu’da insanlar bir yandan savaş ve yoksulluk vasatının doğurduğu zorlu şartlarla uğraşırken bir yandan da tevarüs eden geleneklerini nasıl sürdürebileceklerine dair cevapların peşine düşmüşlerdi. Bu sorular aslında insanların topyekûn meşgul olduğu meseleler değildi. Zira onları bekleyen, ailelerinin geçimini temin gibi zorunlu öncelikler vardı. Savaşın yorduğu bu toprakların ekilmesi ve biçilmesi de lazımdı. Aslında bu insanları bazı olayların doğrudan sonuçları ilgilendiriyordu. Çünkü onların gözleri Ramazan gecesi camiye gittiklerinde kendilerine terâvîh namazı kıldıracak hocalarını ve sahurdan sonra dinleyecekleri mukabeleyi aramaktaydı. Bu vasatta iş tamamıyla eskiyi bilen ve yeniyi gözlemleyebilen güngörmüş; yani “eski hocalara” düşmekteydi. Karadeniz’in hocalarının misyonu da tam bu şartlarda belirivermişti.

 

     Osmanlı Devleti’nin en zor günleri, Rusların Trabzon’a kadar gelişi, Kurtuluş Savaşı’nın meşakkati, yeni bir devletin kuruluşu, hilâfetin kaldırılışı, medreselerin kapatılması ve tek parti döneminin din politikaları gibi son derece önemli hâdiseler yaşanmaktaydı. Anadolu Müslümanlarının günlük hayatına, uzun süre hafızalarda yer tutacak bir kelime işte bu şartlarda dâhil olmuştur: Yasak! Zor günlerden hafızalarda kalan kelimelerin başında bu sözcüğün yer alması ne kadar da şaşırtıcıydı. Mesela artık ezanı Arapça okumak yasaktı.

 

     Bu topraklar açısından yirminci yüzyılın ilk yarısı, sadece işgale maruz kalma tehlikesini yaşamak ve bir kurtuluş savaşı vermenin zorlukları ile mücadele etmek anlamına gelmiyordu. İnsanlar dinî ve kültürel geleneklerini bir sonraki nesle aktarma adına da birtakım zorluklara katlanmak durumunda idi. Birkaç yıl önce resmî destek ve maddî imkânlarla yürütülen alışılmış bazı vazifeleri artık ağır meşakkatlerle icra etmek gerekiyordu. Yine kurulu mekânlar ve müesseselerde yerine getirilen dinî eğitim faaliyetlerinin yerini çoğunlukla araziler, tarlalar, dağlık alanlar ve gözden ırak yerler almak zorunda kalıyordu.

 

     Belli sıkıntıların kuşattığı bir dönemde hoca olmak, “yasak” kelimesinin kuşattığı alana karışmadan yerine getirilebilecek; yani fedakârlık bekleyen bir işti. Yeri geldiğinde evinin bir köşesini okul gibi değerlendirmekti. Okutmak karşılığında, ücret beklemeyi bırakın, uzak yerlerden gelen talebelerin sıkıntılarını da yüklenmekti. Hepsinden önemlisi, bu işi resmî hassasiyetleri de dikkate alarak, karakol görmeden sürdürme çabasıydı.

 

     Bu çalışma vesilesiyle kendileriyle mülakat yapılan “hocalar”, yirminci yüzyılın ilk yarısında eğitim-öğretim faaliyetlerini yürütmüş, bu zor günlerin Trabzonlu hocaları değildir. Ancak onları görmüş, onların bir şekilde meclislerine katılmış ve onlardan bazı hatıralar dinlemiş hatta onların hazır bulunduğu meclislerde icâzet almış ilim talebeleridir. Yani her hâlükârda bize zor günlerin hocalarına dair anlatacakları bir şeyler olan kimselerdir.

 

     Bu mülâkatlarda kendileriyle görüşme yapılan Trabzonlu hocalar, 1940’lı yıllardan sonra dünyaya gelmiştir. Yani onların eğitim-öğretime başladıkları 1940’ların üçüncü çeyreği veya 1950’li yıllar, Türkiye’nin din eğitimi açısından nefes almaya başladığı dönemlerdir. Ancak bu nefesin rahatlığının da getirdiği problemler olmuştur. Hocaları kadar olmamakla birlikte onlar açısından da yaşanılan zaman oldukça zorluklarla doluydu. Zira açılması kararlaştırılan imam-hatip liseleri her şeyiyle yeniydi. Binası, hocası ve öğrencilerinin kalacağı bir mekânı olmayan bu okullarda, öğrenci veya hoca olmak, üzerinden geçen yaklaşık yetmiş beş yıla rağmen anlatılanları anlamlı kılacak pek çok şeye tanık olmak demekti. Zira medreseli hocaların akabinde dinî eğitim veren kurumlardan yoksun geçen bir fetret döneminden sonra “imam-hatip okullarının” ilk öğrencileri ve ilk hocaları olmak başlı başına bir değerdi. Aynı tarihlerde açılan ilâhiyat fakülteleri ve Yüksek İslam Enstitüleri de ilklerle anılan kurumlardı.

 

     Şu durumda kendileriyle mülakat yapılan “hocaların” dinledikleri hatıralar kadar yaşadıkları da yakın dönemimiz açısından ayrı bir öneme sahiptir. Ancak bu toprakların zor günleri onlar açısından da bitmemiştir. Ülkenin Başbakanı’nın asılmasıyla sonuçlanan bir darbe, yetmişlerde öğrenci olayları, seksenli yılların başında da başka bir darbe, bu neslin bizzat gözleri önünde gerçekleşmiştir. Bu hâdiselerin her birinin de din eğitimi açısından doğurduğu olumlu-olumsuz bazı sonuçları olduğu, daha da önemlisi ülkemiz açısından anlatılması gereken zorluklarla dolu olduğu belirtilmelidir. Bundan dolayı zaman zaman hocalarımızın İstanbul, Ankara, Bursa veya başka şehirlerde yaşadıkları tecrübelere de temas edilmiştir. Çalışmamızın “Karadeniz” ve özellikle “Trabzon ve çevresi” şeklindeki sınırlarını zorlamamak adına bunlar kısa tutulmuştur. Bu konuda hem çalışmamıza destek olan hocalarımızdan hem de dinleyici ve okuyucularımızdan anlayış beklendiği belirtilmelidir. Vurgulamak gerekir ki hocalarımızın hayatlarının her aşamasındaki tecrübeleri bizler için kıymetlidir. Ancak hayat hikâyelerinin tümüne detaylı yer veren bir akışın proje sınırlarını aşacağı ortadadır. Bundan dolayı genellikle görüşmelerde ve yayın sınırlarını belirlemede “Trabzon” sınırı muhafaza edilmeye çalışılmıştır.

 

     Kendileriyle yapılan mülakatların dökümünü okuyacağınız hocaları aynı zamanda dinleme imkânı da bulunmaktadır. Bu çalışmanın kendine has yönlerinden birisi budur. Yani hocaların anlatımları sadece yazıya dökülmemiş dijital ortamda da kayıt altına alınmıştır. Bu, anlatılanların her birini zaman geçtikçe çok daha kıymetli hale getirecektir. Zira bu bilgiler henüz pek çok kimsenin elde etme imkânı bulunan bilgilerdir. Ancak bir süre sonra bu imkân ortadan kalkacağından hem bu notlar hem de dijital kayıtlar birer tarihî belge olarak kıymetini muhafaza edecektir. Bu anlamda projemizin temel hedefi sadece bu hocalarımızı ve yakın döneme dair anlatıları ilgililerle buluşturmak değil, yakın dönemle ilgili mütevazı bir arşiv sunmaktır. Çünkü Trabzon merkezli bu çalışmanın benzerlerinin, gerek bölgemizdeki farklı iller merkeze alınarak, gerekse Anadolu’nun farklı bölgelerinde yapılması, ülkemizin tamamı açısından eşsiz bir arşiv imkânı sunacaktır. Antalya ve Akdeniz’de bu çalışma yapıldığında Elmalılı Hamdi Yazır ve Ahmed Hamdi Akseki’nin, Ege’ye geçildiğinde İzmirli İsmail Hakkı’nın, İç Anadolu’ya geçildiğinde İskilipli Âtıf Efendi’nin, Marmara’ya geçildiğinde Hasan Basri Çantay’ın ve Abdurrahman Gürses’in, İstanbul’a geçildiğinde Ali Haydar Efendi, Bekir Hâkî Efendi, Ömer Nasuhi Bilmen’in… nasıl yetiştiği ve onların kimleri yetiştirdiği ortaya çıkacaktır. Yani diğer şehirlerin ve bölgelerin yaşayan hafızalarının yakın döneme dair anılarının yitirilmeden kayda alınmasını teşvik bu çalışmanın en önemli hedeflerinden birisidir.

 

     Kendisiyle mülakat yapılan kırk hocanın her biri, ilmî geçmişi, yetişme tarzı, temsil imkânı, yaşı, görüşme talebini olumlu karşılaması, Trabzon veya Trabzon dışındaki dinî kurumların gelişimine katkı sunması ve benzeri kriterlere göre tespit edilmiştir. Yapılan mülakatların sonucunda, hocalarımızın ilk tahsillerini genellikle köylerinde yaptıkları, ekseriyetinin hafız olduğu, bir kısmının hıfzını kendi köyünde hatta ailesinin yanında, bir kısmının ise civar köylerde ya da şehir merkezinde tamamladıkları ortaya çıkmıştır. İmam-hatip okullarını örgün olarak ya da dışardan bitirme sınavlarıyla bitirdikleri ve çoğunlukla yukarıda zikri geçen olayların gölgesinde ilâhiyat fakültesi veya Yüksek İslam Enstitüsü’nde tahsil yaptıkları görülmüştür. Ardından da imam-hatip, öğretmen veya akademisyen oldukları ya da bir kurumu yeniden imar etmek gibi görevler üstlendikleri anlaşılmıştır. Bu anlamda buradaki hikâye genel olarak Karadeniz ve özel olarak Trabzon’un değil “Türkiye’nin hikâyesidir.”

 

     Çalışmamızı ayrıcalıklı kılan husus, dinî ilimler açısından son derece dikkat çeken bir şehir ve bölge ekseninde son dönem hakkında fikir edinmemizi sağlayacak detayları ihtiva etmesidir. Bunlar da bir araştırmanın veya bazı varsayımların neticesi değil “tanıkların” anlatımıyla ortaya konulmuştur. Hocalarımızın bir asra yakın serüvenin hangi aşamasında ne tür bir misyon yüklendikleri ise video kayıtlarında ve elinizdeki kitabın sayfaları arasında kendisine yer bulmuştur.

 

     Ayrıca hocaların hatıralarında evleri, köyleri ve okumak için geldikleri merkezlerde ne tür ortamlarda bulunduklarına, kimlerden neler okuduklarına, bazen de şahit oldukları süreçlerin iyi veya eksik yanlarına işaret etmeleri, yakın dönemle farklı boyutlarla ilgilenenler açısından kişisel yorumları da içeren bir arşiv imkânı sunacaktır. Buna göre halkın dine-siyasete ve bazı önemli olaylara bakışının ipuçları buradan elde edilebilecektir. Burada “ipuçları” kısmının altı çizilmelidir. Zira bu çalışma herhangi bir kitle, grup veya parti hakkında olumlu veya olumsuz bir kanaat oluşmasını amaçlamadığı gibi mülakatta sorulan sorularda da bu hassasiyet korunmuştur. Yani mümkün olduğu kadarıyla yanlış anlamaya müsait şeylerden hem hocalarımız hem de mülakatçılarımız kaçınmıştır. Bu anlamda hocalarımızın da son derece hassasiyet sahibi olduğu burada memnuniyetle ifade edilmelidir. Ancak bazen isimlere veya benzeri kitlesel yapılara, sadece bir duruma işaret etmek adına konuşma yapanın hâdiseyi tasvir edebilmesi maksadıyla değinilmiştir. Bu yönüyle çalışmamız kişisel değerlendirmeleri öne çıkarmaktan çok dönemsel tasviri öne çıkarmıştır. Ancak önemli olayları ve bazı isimleri olduğu gibi kayda alma hassasiyeti tamamıyla kayıtları izleyenler veya bunlardan elde edilen dökümleri okuyanlar için yeni pek çok çıkarıma ve akademik çalışmaya kapı aralayacaktır.

 

     Bazı olayların veya siyasî hâdiselerin detaylarına niçin girilmediği şeklinde kimilerince eksiklik bazılarınca da projenin zayıf yönü olarak görülebilecek husus, çalışma ekibinin ortak tercihi, geride daha kalıcı ve kuşatıcı bir eser bırakma çabasının bir neticesidir. Mülâkatların merkezine “Hatıralara Yansıyan Yönleriyle Yakın Dönemde Dinî Hayat” alt başlığının konulduğu belirtilmelidir. Bu noktada başta siyaset, sosyoloji, din eğitimi gibi alanlar olmak üzere yakın tarihle ilgilenenler kendi disiplinlerinin bakışıyla, yapılan röportajlardan pek çok çıkarımda bulunabilecektir.

 

 

2. Hedef: Karadeniz Hafızasına Katkı

“Hayatımın değişmesine o zatın gayreti sebep oldu”[1]

 

     Günümüz iletişim imkânları açısından dijital ortamın sunduğu pek çok fırsattan söz edilebilir. Henüz matbaanın olmadığı dönemlerde bir âlim “anı değeri” olan kişisel eşyaları dışında hem yazdığı hem de istinsah ederek çoğalttığı kitapları geride bırakabiliyordu. Mesela hiçbirinin ses tonu, konuşma şekli ve uzun uzun kendilerini anlattığı videolara erişme imkânına maalesef sahip değiliz. Onlarla ilgili bilgilerimizi kitaplarda yer alan notlardan tespit etmeye çalışıyoruz. Kendilerini dinleme ve olaylara bakışlarını öğrenme imkânımız olmadığı gibi bazı kitapların bile onlara aidiyetini tespit için uzun uğraş içine girmemiz gerekiyor. Anakronik gibi görünen bu beklenti esasında yapılmaya çalışılan işin sadece günümüz değil gelecek nesiller için ifade edeceği anlamı belirginleştirmektedir.

 

     Trabzon’da eğitim ve öğretim faaliyetleri yürütmüş, Diyanet İşleri Başkanlığı, imam-hatip okulları ve ilâhiyat fakültelerinde görev yapmış bazı Karadenizli ve özellikle Trabzonlu hocalarımızın yazılı hatıratlarının Karadeniz hafızası açısından önemli olduğu belirtilmelidir. Meselâ Prof. Dr. Bekir Topaloğlu’nun (ö. 2016) Günlerim Böyle Geçti “Hatıra ve Günlükler[2] ismiyle neşredilen kitabı; Cumhuriyetin ilk yılları, imam-hatip okulları ve ilâhiyat fakülteleri açısından son derece önemlidir. Zira Bekir Topaloğlu Hoca, ismi bunların hepsi ile bir şekilde anılan öncülerdendir. Kendisinin Trabzon/Dernekpazarı Taşçılar Köyü’nde 17 Kasım 1932 yılında dünyaya geldiğini, sıbyan mektebine gittiğini, Lekur Hoca diye tanınan Muhammed Hanefî’den hafızlığa başladığını ve temel Arapça öğrenimine yönelik ilk eserleri ondan okuduğunu, 1952-53 yılında dayısı Mehmet Yahya Kutluoğlu’nun teşvikleriyle İstanbul İmam-Hatip Okulu’na girdiğini ve devamında pek çok olayın içinde aktif olarak yer aldığını söylediğimizde durum daha da anlaşılır hale gelecektir. Kendileriyle görüşme yaptığımız hocalarımızın da yollarının onunla kesişmesi ve naklettiği bazı detaylar, Topaloğlu’nun son dönemdeki etkisini teyit etmektedir.

 

     Benzer şekilde Trabzonlu hocalardan biri olan, yüzlerce hafız yetiştirmiş Topal Hoca Mehmet Hanefi Kutluoğlu’nun (1880-1976) biyografisi de kayda değer detaylar içermektedir.[3] Ali Kemal Saran’ın Omuzumda Hemençe Cumhuriyet Devrinde Bir Medrese Talebesinin Hatıraları[4] başlıklı eseri de Karadeniz’e ve Trabzon’a dair bir “hocanın” notlarından oluşmaktadır. İmam-hatip okulları denilince akla gelen isimlerin başında yer alan ve Celâl Hoca olarak bilinen Mahmut Celalettin Ökten’in (1882-1961) hayat serüveninin Trabzon’da başlaması da kayda değer bir detaydır.

 

     Bölgenin yakın dönem hafızası açısından kendisine değinilmesi gereken çalışmalardan biri olarak Süleyman Gür tarafından hazırlanan Zenolu Müderris Gürcizade Ahmed Efendi ve Evrakı Metrûkesi[5] başlıklı kitaba özellikle değinilmelidir. Zira bu kitapta sadece bir müderrisin biyografisi üzerinde durulmamış, onu çevreleyen şartlarla ilgilenilmiş kısacası dönemin okuması da yapılmaya çalışılmıştır. Gürcizade Ahmed Efendi, bölgedeki medreseler, kütüphaneler, icâzetnâmeler, hocaları, talebeleri ve irtibatlı olduğu kimseler bağlamında ele alınmıştır. Bu da kitaba yakın döneme dair pek çok detayın girmesini sağlamıştır.

 

     Benzer şekilde Abdülvahit İmamoğlu da Köprübaşı Yöresinde Yetişen Medrese Âlimleri ve Din Eğitimine Katkıları[6] isimli kitabında Köprübaşı ekseninde dinî ilimler ve katkısı olanlarla ilgilenmiştir. Bu eserler dışında Mehmet Rüştü Âşıkkutlu, Ali Haydar Özak ve Hafız İsmail Hakkı Efendi gibi pek çok isme dair irili-ufaklı biyografi çalışmaları bulunmaktadır. Ayrıca Karadeniz Teknik Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi tarafından organize edilen ve sonrasında yayınlanan 1. Uluslararası Geçmişten Günümüze Trabzon’da Dini Hayat Sempozyumu (2 cilt)[7] isimli çalışma da bölgenin hafızası açısından kayda değer detayları içermektedir.[8] Zira sempozyum Trabzon tarihi açısından önemli bazı hâdise ve kişilere yoğunlaşarak fikir vermekle kalmamış, ülkemizde Trabzon merkezli çalışma yürüten akademisyen-eğitimci pek çok kişiyi bir arada görme fırsatı sunmuştur. Yayınlanan tebliğlere bakılarak “Trabzon ve Dinî Hayat” başlığı altında kimlerin ele alınabileceğine dair genel bir malumata bu eserden hareketle ulaşılması mümkündür.

 

     Trabzonlu bazı hocalara dair hatırat ve biyografi kabilinden başka kitaplarla zenginleştirme imkânı olan bu bilgilerin yakın dönemin ilmî çalışmalarını ve bu faaliyetlerin sosyal-siyasal hâdiselerden etkilenme boyutunu ifadede yeterli olduğunu söylemek zordur. Aslında bu kitapların çoğunda yer verilenler; bir hocanın gözlerini dünyaya açtığı evine dair zihninde kalanlar, ilk sıbyan mektebine giderken hissettikleri, anne-babasının anlatılarından dünyasında yer tutanlar, etrafında gelişen olaylara dair gözlem ve hisleri yansıtan anlatılar değildir. Eğer biz bahsi geçen hocaların -“anakronik” bir şekilde ifade etmek gerekirse- bu anlamda kayıtlarına sahip olsaydık, bu bilgilerden bir kısmına vakıf olacaktık. Mülakatlarda heyecanlanan, ağlayan, sesi titreyen veya bizi eğitimci/büyük titizliği ile yeri geldiğinde “ikaz” eden hocalarımızın bu hallerini izleme imkânımız var. Belirtmek gerekir ki hiçbir yazılı anlatı söz sahibinin hislerini bize yansıtamayacaktır. Bu anlamda sadece Şükrü Öztürk hocanın Trabzon İmam-Hatip Lisesi’ndeki bazı çalışmalarını anlatırken yaşadığı heyecanın ve hislerinin hem mülakat esnasında hem de tekrar dinlerken bizi duygulandırdığını belirtmeliyiz.

 

     Kırk elli yıl önce veya günümüzde sıradan olan bilgilerin bir zaman sonra olayların dışındakiler için çok farklı anlamlar ifade edeceğini tarihsel tecrübeden ve meraklarımızdan anlıyoruz. Söz gelimi 1961 yılında bir icâzet merasiminde, hocasıyla birkaç haftadır provasını yaptığı on dakikalık konuşmasını tatbik eden klasik eğitim almış bir talebe ve artık “hoca adayı”, nasıl bir tarihsel sahnenin parçası olduğunun kendisi bile farkında değildir. O gün yaşananların ve çekilen fotoğrafların yetmiş sene sonra görenlerde uyandıracağı hissi kim bilebilir ki! Hâlbuki hocası, cemiyete katılanlar, üzerindeki kıyafetler ve ortama dair anlatacağı her şey, bu ânı yaşamayanlar için tarihi kıymete sahiptir. Nihayetinde yapılan merasim bir ilim talebesinin şahsı için önemli olduğu kadar Trabzon, Karadeniz ve Türkiye’nin yakın dönem dinî hayatı açısından da kayda değerdir. Bundan dolayı 2023 yılında, 1961 senesindeki icâzet merasimine dair, katılımcılardan birinin anlatımı hem günümüze hem de ileriye çok şey söyleyecektir.[9] O merasimlerin icra şekli, davetlerin nasıl yapıldığı, iştirak edenlerin nasıl ağırlandığı ve nelerle meşgul oldukları bölgedeki ilmî faaliyetlerin “finali” olmanın yanında ileriye taşınması gereken yönlere de sahiptir. Bu anlamda sorularımız arasında da yer aldığı üzere hocalarımız icâzet merasimlerine dair önemli detaylar aktarmıştır. Gençliğinin ve tabiatının heyecanıyla provasını yaptığı konuşmayı değiştiren Ahmet Cemal Niyazoğlu Hoca’nın, icâzet merasimindeki anısını kendi anlatımı daha da farklı hâle getirmektedir. Dönemin şartlarında on dakikalık vaazı için seçtiği ifadeler anlaşılan gürültü koparmıştır. İlginç olan ise hocalarının bu genç talebeye bir şey demeden süreci geçiştirmesidir.

 

     Bölgede alınan icâzetlerin mahiyeti konusunda Hacı Hasan Efendi’nin aldığı icâzetler fikir verecektir. Zira o, hocalarından genel ilmî icâzet dışında ferâiz, Kaside-i Bürde, hadis ve Delâilü’l-Hayrât icâzeti almıştır.[10] Bu icâzetler bölgede mücâz olan pek çok kişinin icâzetnâmesinin hem çerçevesini hem de içeriğini belirginleştirmektedir. Özellikle ferâiz icâzetinin mirasa müteallik işler için elzem, Kaside-i Bürde’nin bir nevi teberrük, Delâil’in ise tasavvuf ve ezkâr kültürünün bir yansıması olduğu belirtilmelidir.

 

     Bu arada şunu da ifade etmek gerekir ki bir hocayı konuşturmak hem çok zordur hem de çok kolaydır. Kolaydır çünkü halk arasında da dillendirildiği üzere hocalar konuşmayı severler. Buna göre, dışarıdan bakıldığında hocalarla mülâkat yapmak çok kolay bir iş gibi görülebilir. Hatta meşakkatini proje ekibinin bildiği bu iş hafife bile alınabilir. Zordur çünkü hocalar sizin istediklerinizi anlatmak durumunda kaldıklarında isteksiz davranabilirler, kısa cevaplarla geçiştirebilirler ya da kendi bildiklerini okuyabilirler.  Nitekim projemizin en zor tarafının bu olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü bazı hocalarımız belli konuları anlatmakta ya isteksiz olmuşlar ya da belli sorulara kendi istedikleri gibi cevaplar vermişlerdir. Mülâkatlar okunurken veya dinlenirken bu duruma dair örneklerle sık sık karşılaşılacaktır.

 

     Öte taraftan, yaşı oldukça ilerlemiş bir hocanın 2023 yılında 1950’li veya 1960’lı yıllardaki olayları detaylı bir şekilde anlatması, bahsettiği isimlerle ilgili konuşması, mesela hafızlık hocasının, o günlerde hiç merak etmediği halde, kimlerden okuduğu, köye nereden geldiği gibi konularda detay vermesi hiç de kolay olmasa gerek. Çünkü insan bir durumu yaşarken hâdiselere, ileride bunları insanlara detaylı bir şekilde anlatacağım, şu hâlde hiçbir detayı kaçırmamalıyım diye bakmaz. Hâl böyle iken biz hocalarımızdan ailelerine, çevrelerine, sıbyan mekteplerine, medreselere, eğitim-öğretim süreçlerine, hocalara ve benzeri konulara dair sorular sorup detay almaya çalıştık. İtiraf etmeliyiz ki bu anlamda hem okuyucuya hem de dinleyiciye bilgi aktarmak için kendilerini yordular ve büyük bir gayret gösterdiler. Bundan dolayı kendilerine müteşekkiriz. Zira verdikleri her bilgi, zikrettikleri her isim, yaşadıkları her olay, anlattıkları her hatıra, Karadenizli Hoca ve daha özel ifadesiyle Trabzonlu Hoca anlatısına eklenecek bilgi birikimi açısından son derece kıymetlidir.

     

     Anlatılardaki detaylar açısından bakıldığında ortaya çıkan hususlardan birisi şudur: Trabzon 1960’ların sonunda dinî tedrisatta Türkiye açısından bir ilke ev sahipliği yapmıştır. Cumhuriyet tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlendiği ilk aşere-takrîb kursu Trabzon’da, üstelik Of İlçesi’nin bir köyü olan Çifâruksa’da (Uğurlu’da) açılmıştır. Bu bilginin tarihsel olarak kıymetini arttıran, İstanbul’daki kıraat üstatlarının da kursun hocası Mehmet Rüştü Âşıkkutlu’yu işaret etmeleridir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en tepesindeki yetkili isimler Çifâruksa’ya kadar gelerek Âşıkkutlu hocaya taleplerini iletmişler ve neticesinde bu kurs köyde yapılmıştır. Buraya kadar aktarılanlar tarihsel olarak kıymetli bilgilerdir. Ancak bir köyün imkânları ve bir kurrânın ihtisas eğitimi vereceği şartları dikkate aldığımızda, bölgesel hafıza açısından kayda değer detaylara dikkat çekilmesi gerekir. Bu kursa katılanlar nerede misafir edilmişlerdir? Gıda ve barınma ihtiyaçları nasıl karşılanmıştır? Köy sakinleri bu kursiyerlere hangi nazarla bakmışlar ve onları nasıl karşılamışlardır? Bu soruları çoğaltmak mümkündür. Ancak her hâlükârda bir köydeki kurs için kayda geçirilmesi gereken detaylar olacağı belirtilmelidir. Bu anlamda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın köyü nasıl tespit ettiğinden kursiyerlerin kimler olduğuna kadar bazı bilgileri “irtibatlı” isimlerden öğrenme imkânına sahibiz. Kursun başında bulunan Mehmet Rüştü Âşıkkutlu’nun aile efradından birisi olan Prof. Dr. Emin Âşıkkutlu’nun anlatacakları detaylar “içeriden” bilgiler olması hasebiyle kıymetlidir. Ayrıca o günlerde çok da ileri yaşlarda olmayan Hikmet Arslantürk Hoca, amcası kurrâ-hafız Muharrem Arslantürk ile bu kursların yapıldığı mekânda hazır bulunmuş ve köyde misafir olmuştur. Amcasıyla köye gelen bir çocuğun Mehmet Rüştü Âşıkkutlu ile ilgili gözlemleri “Çifaruksa” hafızası adına dikkat çekicidir. Zira talebelere aşere-takrîb gibi ileri düzeyde ihtisas eğitimi veren kurrâ bir hoca, bir çocuğun da ilk eğitimini takip etmiş, ona ilk ilmî notlarını tutturmuş ve zihninde güzel anılar bırakmıştır. Hikmet Arslantürk Hoca’nın bu anıları ve yazıları hâlâ saklıyor olması bizler açısından kıymetli bir belgenin muhafazası olmaktadır.

 

     Trabzonlu hocaların öyküleri sadece köylerinin veya ilçelerinin hikâyesi değildir. Trabzon İmam-Hatip Lisesi’nin kurulması, gelişmesi, öğrencileri, hocaları ve yakın şahitlerin gözünde nasıl yer ettiği de önemlidir. Yakın dönemde kendilerinden söz ettiren bazı isimlerin Trabzon İmam-Hatip Lisesi’nde aktif olması ve birbiri ile irtibatlarına bakıldığında bu durum daha iyi müşahede edilecektir. Söz gelimi Cansız Hoca, Yaşar Nuri Öztürk, Haydar Baş gibi isimler bu okulun kapısından hoca-talebe olarak girmiş kimselerdir. Sadece Trabzon değil Giresun ve Ordu İmam-Hatip Lisesi açısından da önemli sayılacak detaylar söz konusudur. Giresun Seka Kâğıt fabrikasının bir gurbet hayatını beraberinde getirmesi, bazı Trabzonluların bu şehre ve okula gitmesine vesile olmuştur. Mesela Çaykaralı olan Prof. Dr. Ahmet Yıldırım’ın imam-hatip lisesini Giresun’da okuması bu durumun bir sonucudur. Ordu İmam-Hatip Lisesi Rıza Selimbaşoğlu hocanın titiz çalışmaları ve büyük emekleri ile kurulabilmiştir. Rıza Selimbaşoğlu Çaykara’dan Maçka’ya selden dolayı göçmek zorunda kalan bir ailenin mensubu olarak imam-hatip liseleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurumsallaşması sürecinde ciddî katkılar sunmuş bir kimsedir. Aslında yakın dönem Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir kurum olarak gelişimi ve Tayyar Altıkulaç’ın “ekibi” açısından Trabzonlu Rıza Selimbaşoğlu ve Şükrü Öztürk’ün anlattıklarının, Karadeniz hafızası açısından kayda değer pek çok yönü bulunmaktadır.

 

     Bu projenin temel hedefi bizzat anlatılara dayalı dijital ve basılı bir arşiv bırakmaktır. Trabzon’un bir köyünde yakın dönemin en yoğun kıraat eğitiminin verildiği ve yine bir köyün kıraat alanında neredeyse bir “ekole” ev sahipliği yaptığı ehli tarafından bile unutulmaya yüz tutmuştur. Hacı Hasan Efendi’nin (Hasan Rami Yavuz) yine bir köyde, mütevazı ancak bir o kadar da bereketli tedrisatının hafızalardaki yeri tozlanmaya başlamıştır. Hâlbuki buralarda mihrapları dolduran kârîler-hatipler, öğretmenler ve akademisyenler yetişmiştir. Yani yirminci yüzyılın üçüncü çeyreği açısından dinî eğitimin ana damarlarından birisinin kaynağı iki köy olmuştur. Akabinde ise Diyanet İşleri Başkanlığı’nı, ilâhiyat fakültelerini ve imam-hatip liselerini besleyen de yine buradaki zemindir. Zira yeni yeni oluşan bu kurumların talebelerinin medrese geçmişinin olması, seviyeli talebeler anlamına gelmekteydi. Hocaların hatıralarında yer alan fakülte günlerine dair anlatımlarda, aldıkları klasik eğitimin “konforunu” fakülte günlerinde hissettikleri anlaşılmaktadır. Ancak yeni kurumsal anlayış ve akademik bakışla bu temeli besleyenler Türk Akademisine katkı sunarak öncü akademisyenler arasına girmiştir.

 

     Bu projenin çıktısı olan kayıtları dinleyenler ve eseri okuyanlar, Trabzon’un bir asırlık önemli simalarına dair anıları, bu kimselerin birbiri ile bağlarını ve Cumhuriyet’in ilk neslinin ve ikinci neslinin dinî sahadaki faaliyet alanını görme imkânı bulacaklardır. Ramazanlık için başka illere giden hafızlardan Cumhuriyet tarihinin ilk aşere-takrîb-tayyibe ihtisas kursuna geçişin arka planını göreceklerdir. Emsile-Binâ-Maksûd eğitiminden Arap Dili ve Belâğatı kürsüsüne, yeni sözlükler ve Arapça kitaplar hazırlamaya giden süreci daha iyi anlayacaklardır.

 

3. Çıktılar: Kişiler Arası İlişki Ağı ve Yeni Dinî Eğitim Kurumlarını Besleyen Damarlar

 

     Bir insanı yetiştiren nedir? şeklindeki soruya herkes kendi zaviyesinden farklı cevaplar verecektir. Ancak insanın donanımlı bir şekilde yetişmesi, onu geliştirecek bir muhite, kişinin gayretine ve tarihin ona sunduğu fırsatlara bağlıdır. Bunlardan herhangi birisinin eksikliği, misyon yüklenen kişileri beklentiler açısından işlevsiz hâle getirecektir. Bu açıdan bakıldığında, Karadeniz toprakları ve iklimi bölgede yaşayanlara çay ve fındık yetişmesi için nasıl imkân vermişse, bu toprakların ilmî ve kültürel havası da “insan”, “hafız” ve “hoca” yetiştirme noktasında aynı atmosferi cömertçe sunmuştur. Bölgedeki hoca-talebe bağının hem Trabzon’da hem de ülkemizin muhtelif şehirlerinde katkılarla devamlılık arz etmesi, buradaki eğitim faaliyetinin sınırlı bir zamanda ve birkaç kişiyle yürütülen istisnai bir çaba olmadığını göstermektedir.

 

     Burada öncelikle aile faktöründen söz etmek gerekecektir. Ailenin her açıdan kişinin yetişmesinde önemli bir yere sahip olduğu bilinen ve tecrübeyle sabit bir husustur. Bundan dolayı kendileriyle görüşme yaptığımız hocalarımıza yöneltilen ilk sorunun aile büyükleri olması hem kişisel olarak aile fertlerinin yönlendirici etkisini tespit edebilmek hem de ilmî anlamda canlılığı aile temelli görebilme amacını taşımaktadır. Beklendiği üzere pek çok hocamızın annesinden, babasından ve dedesinden gördüğü dinî teşvik ve aile büyüklerinin isimlerinden kaynaklı yönlendirme, onların gelişimine ciddi katkılar sunmuştur. Tanınmış Maçka müftülerinden Halit Aydın Hoca’nın babasının saygın bir hoca olması (Hafız İsmail Hakkı Hoca), Halit Aydın Hoca’nın oğlu İsmail Hakkı Aydın’ın (beraberinde İbrahim Hakkı Aydın’ın da) yine bir akademisyen ve hoca olması sadece üç kuşağın ilimle ilgili olduğu anlamına gelmez. Zira dedenin hem oğluna hem de torununa “İmam-ı Âzam olacaksın” telkinin ilmî teşvik ve vizyon açısından kayda değer yönü bulunmaktadır. Hacı Hasan Efendi’nin (Hasan Rami Yavuz) oğullarının akademisyen ve eğitimci olarak farklı hizmetler yürütmesi, Bekir Topaloğlu’nun dayısı ve diğer aile fertlerinden ilmî anlamda istifade etmesi örneklerin çeşitlendirilebileceğini göstermektedir. Trabzon özelinde; Abbaszâdeler, Bakkalzâdeler, Baltacızâdeler, Bilâlzâdeler, Hacımustafazâdeler, Hafızzâdeler, Hanencizâdeler, Hudekzâdeler, Gürcüzâdeler, Küçükömerzâdeler, Karahasanzâdeler, Mandanzâdeler, Müftüzâdeler, Numanzâdler, Sulazâdeler, Veliefendizâdeler ve benzeri pek çok aileden söz etmek mümkündür.

 

     Aile ortamının ifade ettiği durumun bir benzeri “köyler” için de söz konusudur. İlmî faaliyetler açısından Trabzon’un bazı köyleri kendisinden söz ettirmiştir. Bu anlamda; Çalek (Sıraağaç), Çifaruksa (Uğurlu), Hastikoz (Kışlacık), Hola-i Kebir (Holo köyleri), Holaysa (Yeşilalan), Hopşera (Akdoğan), Kadahor (Işıklı), Kondu (Dernekpazarı), Mimilos (Kumlu), Ogene (Karaçam), Paçan (Maraşlı), Şerah (Uzungöl), Şinek (Ataköy), Şur (Şahinkaya), Zeno (Akköse/Ulucami), Zisino (Bölümlü) gibi bazı köylere özellikle değinilmelidir. Zira şehirlerle kıyaslandığında oldukça küçük bir yerleşim yeri olan köyler, bir dönem çekim merkezi hocalar vesilesiyle dinî ilimlerin tedris edildiği merkezler haline gelmiştir. Bu anlamda evinin altında iki odadan oluşan mütevazı medresesinde derslerini yürüten Hacı Hasan Efendi’nin kendisine daha bakımlı bir bina teklifini geri çevirerek tedris faaliyetlerine köyünde devam etmeyi tercih etmesi dikkat çekici bir detaydır.[11] Cumhuriyet tarihinin ilk aşere-takrîb ihtisas kursunun da yine bir köy olan Uğurlu’da (Çifaruksa’da) gerçekleştirilmesi de ilginç bir durumdur. İlişkiler ağı açısından bakıldığında aile etkisinden sonra bir de “köy” faktöründen bahsetmek gerekecektir. Zira nasıl aile bireylerinin belli oranda sahiplendirici ve yönlendirici etkisi oluyorsa dinamik bir öğrenci akışı olan köylerin de benzer bir avantaj sağlayacağı düşünülebilir. Ayrıca ilim talebeleri için aile nasıl himayeci bir rol üstlenmişse köyler de dışarıdan gelenler için aynı misyonla hareket etmek durumunda kalmıştır. Pek çok şeyi kolaylaştıran bu sahiplenme duygusundan söz ediyor olmasaydık, insanların kendi geçimlerini bile teminin zor olduğu zamanlarda ilmî faaliyetleri yürütmek neredeyse imkânsız olacaktı. Görüştüğümüz hocaların pek çoğu ilim tahsil edilen köylere dair hatıralarına yansıyan olumlu intibaları heyecanla aktarmışlardır.

 

     Trabzon’da dinî eğitim söz konusu olduğunda iki ana kulvardan bahsedilmelidir. Bunlardan birisi hafızlık ve kıraat ihtisası yapmak diğeri ise Arapça öğrenerek İslâmî ilimler sahasında kendisini yetiştirmektir. Bu iki alan birbirini tamamlayan ancak birbirinden farklı ilişki ağları veya hoca talebe bağı ortaya çıkarmıştır. Kıraat ilmi denilince akla gelen Mehmet Rüştü Âşıkkutlu Hoca (1901-1980), daha ziyade Kur’ân-ı Kerîm eğitimi sahasındaki faaliyetleriyle tanınmaktadır. Kendisi Arapça ve İslâmî ilimlerde mahir bir kimse olmasına rağmen bu alanda temayüz ederek öne çıkmamıştır. Âşıkkutlu Hocaefendi’nin kıraat eğitimi verdiği pek çok kimsenin de ondan elde ettikleri birikimle bu geleneği devam ettirdiği görülmektedir. Mesela onun meşhur talebelerinden birisi olan merhum Kurrâ-Hafız Abdullah Hatipoğlu Hoca (ö. 2017) bu geleneği İstanbul’da devam ettiren isimlerden birisidir. Yıldız Hamidiye Camii’ndeki görevi yanında Kur’an kurslarında kıraat okutmayı hiç bırakmamıştır. Benzer şekilde yine Mehmet Rüştü Âşıkkutlu’dan aşere-takrîb eğitimi alan Muharrem Arslantürk Hoca (ö. 2010) da İstanbul’da hizmet etmiştir. Yakın zamanda vefat eden İbrahim Tanrıkulu Hoca (ö. 2023) da İstanbul Gözcübaba Camii merkezli kıraat faaliyeti yürütmüştür. Hafızlığını Mehmet Rüştü Âşıkkutlu’da tamamlayan Prof. Dr. Emin Âşıkkutlu aşere-takrîb ihtisas eğitimini İbrahim Tanrıkulu Hoca’dan tamamlayarak icâzetini ondan almıştır. İbrahim Tanrıkulu Hoca’nın öğrencilerinden olan, hâl-i hazırda hocasının ismini taşıyan bir Kur’an Kursu’nda hafız yetiştiren Kurrâ-Hafız Celil Yorgun Hoca da okuttuğu hafız ve aşere öğrencileriyle bu geleneği sürdürmektedir. Yani Mehmet Rüştü Âşıkkutlu’nun yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde başlayan Kur’ân-ı Kerîm öğretimi faaliyeti yaklaşık bir asırlık bir etkiye sahip olarak, ülkemizin farklı yerlerinde öğrencileri vasıtasıyla varlığını sürdürmektedir. Ayrıca Âşıkkutlu Hoca denildiğinde onun yetiştirdiği talebelerden bazıları olan; Samsun’da Kâmil Şenocak, İstanbul’da Hilmi Yıldız, Eskişehir’de Mehmet Sarıcaoğlu, Ankara’da Safvan Çakıroğlu, Sakarya’da Hüseyin Harputoğlu, Gaziantep’te Muhammed Köksal[12] gibi önemli hocalar ve onların faaliyetleri de dikkat çekmektedir. Örneğin kurrâ-hafız Safvan Çakıroğlu hoca, Âşıkkutlu Hocadan tashîh-i hurûfta istifade ettiği gibi, Yusuf Bilgin’den de Arapça ve İslâmî ilimler okumuş ve Mushafları İnceleme Kurulu’nda görev yaparken Uğurlu’daki aşere-takrîb kursuna katılmıştır. Yani Türkiye’nin ilk aşere-takrîb kursunun öğrencileri arasındadır. Hacı Bayram Camii imam-hatipliği görevini yürütürken de doksanlı yıllarda aşere-takrîb kursunda öğreticilik görevi üstlenmiştir. Uzun yıllar kesintiye uğramadan aşere-takrîb öğreticiliği görevini sürdürmüş ve 85 kişiye kıraat sahasında icâzet vermiştir.[13] Altmışlı yıllarda Trabzon’da bir köyde açılan kursta öğrendiği kıraat ilminin inceliklerini, bu defa kurrâ-hafız bir hoca olarak sonraki nesle aktarması Âşıkkutlu hocanın çalışmalarının semeresi açısından kayda değerdir.

 

     Trabzon ve kıraat deyince akla ilk gelen isimlerden birisi de Şeyhulkurrâ Ali Haydar Özak’tır (1911-1984). Kendi okuttuğu talebeler ve onların yetiştirdiği öğrenciler aracılığıyla Hafız Ali Haydar Özak Hoca’nın da geleneği devam etmiştir. Ali Haydar Özak’ın yetiştirdiği talebelerden bazıları şunlardır: Sâlih Bayraktar, Murat Köseoğlu, Mahmut Aydın, Nurettin Durmuş, Bayram Koç, Ali Turan, Musa Akkaya, Asım Mermertaş, Şeker Akçay, Hüseyin Yazıcı, Recep Falcıoğlu, Fazıl Gökçe, Yusuf Bayraktar, Şükrü Aydın, Muharrem Aslantürk ve Ziya Habiboğlu.[14] Tıpkı Mehmet Rüştü Âşıkkutlu gibi, Ali Haydar Özak’ın talebeleri de onun etki alanının devamını sağlamıştır. Âşıkkutlu Hocanın talebesi Safvan Çakıroğlu Hacı Bayram Veli Camii’ndeki hizmetine benzer bir şekilde Ali Haydar Özak Hoca’nın talebesi Nurettin Durmuş’un öğrencisi olan Fikret Latifoğlu da uzun yıllar aynı camide mihrap hizmeti sürdürmüştür. Yani bu cami bir yönüyle Âşıkkutlu’dan bir yönüyle de Ali Haydar Özak’tan hatıralar taşımaktadır.

 

     Bir diğer kıraat üstadı da “Asker Hafız” lakaplı Reîsülkurrâ Mehmet Eren’dir (1921-2007). Asker Hafız’ın tahsil ve tedris hayatının dikkat çekici pek çok yönü bulunmaktadır.[15] Ancak ona dair anlatılara yansıyan en önemli anılardan birisi, Giresun müftülüğü görevini yürüttüğü günlerde Şalpazarı-Vakfıkebir’den kendisine gelen bir çocuğu geri çevirmeyerek okutmasıdır. Bahsi geçen isim Samsun müftüsü olarak da görev yapmış olan Kurrâ-Hafız Doç. Dr. Hayrettin Öztürk’tür. Mehmet Eren vasıtasıyla da bir ekolün teşekkül ettiği düşünülebilir. Aslında Trabzonlu Kurrâ-Hafız Mehmet Eren kıraat sahasında Karadeniz’de çok fazla talebe yetiştirememiş isimlerinden birisidir. Zira o, 1940’lı yıllarda askerlik görevini yaptığı Adapazarı’nda Hasırcılar Camii’nde imam olmuş, 1947 tarihinde burada bir Kur’an kursu açılmasına da öncülük etmiştir.[16] Bu, Adapazarı’nda açılacak olan pek çok kursun habercisi olmuştur. Bu haberi hazırlayan öncülerden birisi Trabzonlu Asker Hafız; yani Kurrâ-Hafız Mehmet Eren idi.

 

     Kıraat alanı dışında diğer İslâmî ilimler sahasında da Trabzon merkezli yürüyen faaliyetler yakın dönemi beslemiştir. Tayyib Zühdü Efendi, İslâmî ilimler sahasında kendisinden söz ettiren yetkin âlimler arasında zikredilebilir. 1860’lı yılların sonunda dünyaya gelen Tayyib Zühdü Efendi’nin yetiştirdiği talebeleriyle tevarüs eden bir medrese geleneğini aktardığı söylenebilir. Talebeleri arasında Çalekli Dursun Efendi (Dursun Fevzi Güven) ismi dikkat çekmektedir. Hasan Rami Yavuz (Hacı Hasan Efendi) hem Tayyib Zühdü Efendi hem de Çalekli’den istifade etmiştir. Yani Tayyib Zühdü Efendi > Çalekli Dursun Efendi > Hacı Hasan Efendi-Mehmet Rüşdü Âşıkkutlu veya Tayyib Zühdü Efendi > Hacı Hasan Efendi gibi bir akış bulunmaktadır. Bu akışın Osmanlı’nın son, Cumhuriyetin ilk yılları açısından ifade ettiği anlam ve sonraki sürece katkısına değinmek gerekir. Zira Müderris Hacı Hasan Efendi, bölgede veya bölge dışında, yakın dönemde İslâmî ilimlere ilgisi olanların dolaylı veya doğrudan yolunun kesiştiği bir kimsedir.

 

     Öncelikle belirtmek gerekir ki Müderris Hacı Hasan Efendi, faydalandığı hocaları itibariyle geçmişle bağ kurmayı temin eden bir vasıta görevi icra etmiştir. İslâmî ilimleri aktarımının zor olduğu bir dönemde bunu yapması, onun çalışmalarını daha da anlamlı hâle getirmektedir. Yine medresesinde okuttuğu derslerde yetiştirdiği talebeleri vasıtasıyla ülkemizdeki dinî ilimlerin gelişimine katkı sunmuştur. İstanbul müftü yardımcılığı görevini yürütmesi yanında pek çok talebeyi de okutan merhum Ali Fikri Yavuz Hoca, onun talebeleri arasındadır. Mülakatlardaki beyanlardan Ali Fikri Yavuz’un İstanbul’da klasik eserleri okuttuğu anlaşılmaktadır. Prof. Dr. Enbiya Yıldırım’ın da bu derslerde bulunma imkânı olmuştur. Çaykara müftüsü Hânecizâde Yusuf Ziya Bilgin de Hacı Hasan Efendi’nin öğrencileri arasındadır. Müftülük günleri döneminde de hocasının geleneğini sürdüren Hacı Yusuf Efendi, Çaykara Merkez Camii’ndeki medresesinde çok sayıda talebeye icâzet vermiştir. Onun tek başına ders verdiği talebeleri de olmuştur. Bunlardan birisi Prof. Dr. Ahmet Yıldırım’dır. Hacı Yusuf Efendi’nin Bursa’da bulunduğu günlerde de evi klasik İslâmî ilimlerin okutulduğu bir mekân olmuştur. Tayyib Zühdü Efendi veya Çalekli Dursun Efendi > Hacı Hasan Efendi bağının geçiş dönemi olarak imam-hatip ve ilâhiyat neslinin gelişimine ve geçmişle bağın koparılmamasına katkı sağladığı söylenebilir. Dolayısıyla bu zincire Hacı Hasan Efendi’nin oğlu Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz da dâhil edilebilir. Zira o da Bursa’da klasik İslâmî ilimler okutmuştur. Ondan istifade ile de pek çok talebe yetişmiştir.

 

     Hacı Hasan Efendi’nin ilk talebelerinden bazılarına bakıldığında da benzer şeyleri söylemeye imkân sağlayacak bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Fahrettin Âşık, İsmail Ramazanoğlu, Süleyman Ramazanoğlu, Nasrullah Hacımüftüoğlu, Mehmet Ali Sula ve Mehmet Sula bu isimlerden bazılarıdır. Fahrettin Âşık hoca uzun yıllar Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı farklı birimlerde görevler yapmıştır. Kendisiyle yaptığımız görüşmede hocalarını ve ders ortamını detaylı bir şekilde tasvir eden Âşık, talebeliği sürdürürken merhum Prof. Dr. Osman Turan’ın evinde kaldığını aktarmıştır. Bu değerli bilgi herkesin kapılarının ilim talebelerine açık olduğunu göstermesi açısından mühimdir. 1966 yılında icâzet alarak, Hasan Efendi’nin kıdemli talebeleri arasında zikredilen Süleyman Ramazanoğlu da hocası ve kendi icâzet merasimi ile ilgili pek çok detayı aktarmıştır. Ancak dikkat çekici olan, onun eğitim faaliyetlerini kurumsal bir organizasyonla bir vakıf bünyesinde yürütmesidir. Çaykara’daki mütevazı medresenin semereleri açısından bu da dikkat çekicidir. Bu bağlamda yine Hasan Efendi’nin talebelerinden ve aynı zamanda Süleyman Ramazanoğlu’nun ağabeyi merhum İsmail Ramazanoğlu hocayı da zikretmek gerekir. Zira o da Araklı Aho’daki medresede hocasının geleneğini sürdürmüş ve çok sayıda talebeye icâzet vermiştir.

 

     Trabzon’un farklı köylerinde de Arapça ve diğer İslâmî ilimler sahasında eğitim yapılmaktaydı. Mesela Yomra-Arsin-Araklı bölgesinde İncesulu Abdürrahim Efendi’nin Arapça merkezli ilimler sahasında faaliyet yürüttüğü anlaşılmaktadır. Ondan Arapça okuyan emekli imam-hatip Hafız Mustafa Çukur’un aktardığına göre Abdürrahim Efendi, aralıksız on yıl ders okutmuş, aynı zamanda şahsiyetiyle de örnek olmuş bir kimsedir. Ondan aldığı icâzet ve ilmî tutumu devam ettiren İsmail Çil Hoca (Mustafa Çukur’un da ders arkadaşı) dükkânında Arapça dersleri vermiştir. İsmail Çil’den Arapça okuyarak icâzet alanlardan birisi de Prof. Dr. İlyas Karslı’dır. İlyas Karslı’nın Arapça ilgisi ve hazırladığı geniş sözlükte bu bakkal dükkânında aldığı eğitimin bir şekilde katkısı söz konusudur. Yani burada da Arapça eğitimi açısından şöyle bir akış göze çarpmaktadır: Abdürrahim Efendi > İsmail Çil > İlyas Karslı.

 

     Yine Trabzon’un farklı mekânlarında kişisel gayretleri ile İslâmî ilimler alanında icâzet vermek suretiyle ülke çapında İslâmî ilimlerin neşvünema bulmasına vesile olan başka âlimler de vardı. Paçanlı İdris Efendi (ö. 1965) bunlardan biriydi. Çaykara’nın Paçan (Maraşlı) köyündeki evini adeta medreseye dönüştürerek farklı dönemlerde çok sayıda talebeye icâzet verdi. Başta torunu Kurrâ-Hafız Safvan Çakıroğlu olmak üzere Kurrâ-Hafız Yusuf Çatal, İsmail Kaymak, Dursun Korkmaz, Kemal Okuyan, Ankara eski müftülerinden Hasan Şakir Sancaktar, Trabzon eski müftülerinden Raif Korkmaz kendisinden geleneksel usulde ders okuyan talebelerden sadece birkaçıdır. Kendi kişisel gayretleri ile İslâmî ilimlerde birkaç dönem icâzet verme başarısını gösteren hocaefendiler arasında merhum Dursun Korkmaz, Yakup Yıldız, Fâtın Efendi isimlerini zikretmek de yerinde olacaktır.

 

     Benzer şekilde Arapça tedrisatıyla öne çıkan isimlerden birisi olarak Kemal Okuyan’dan bahsedilmelidir. 1930’lu yılların başında dünyaya gelen Kemal Okuyan Hoca, Arapça’yı pek çok kişiye sevdirmiş ve bu yönde talebelerinin yetişmesine katkısı olmuştur. Oğlu Prof. Dr. Mehmet Okuyan’ın hem Arapça hem de hafızlık hocası olan Kemal Okuyan’dan başka öğrencileri de minnetle bahseder. Mesela Kemal Ayyıldız Hoca mülakatlarda belirttiğine göre Arapça ilgisini ona bağlamaktadır. Mehmet Okuyan hocanın tefsir sahasındaki faaliyetleri ve akademisyenliğinin temeli babasına bağlanabilir. Kemal Ayyıldız hocanın okullarda Arapça öğrettiği dikkate alındığında, Arapça açısından “Okuyan” etkisinden de bahsedilmesi mümkündür.

 

     Trabzon’da yetişen hocaların etkileri açısından yürüttükleri faaliyetlerden ve yeni tesis edilen dinî kurumlara verdikleri desteklerden de söz edilmelidir. Öncelikli hizmet alanı pek tabii olarak camilerdir. Ülkemizin öne çıkan bazı camilerinde Trabzon’da yetişen bazı hocalar uzun yıllar mihrap ve kürsü hizmeti yürütmüşlerdir. Mesela Süleymaniye Camii’nde Prof. Dr. Süleyman Mollaibrahimoğlu, Sultan Ahmet Camii’nde Emrullah Hatipoğlu, Beşiktaş Yıldız Hamidiye Camii’nde Abdullah Hatipoğlu ve Ankara Hacı Bayram Veli Camii’nde görev yapmış olan Fikret Latifoğlu-Safvan Çakıroğlu bunlardan bazılarıdır. Öte yandan isimleri burada zikredilemeyecek kadar fazla sayıda hocaefendinin Trabzon’daki tahsillerinden sonra İstanbul, Bursa, Eskişehir, Sakarya, Ankara, Samsun gibi farklı şehirlerde görev alarak ülkenin dört bir köşesinde hafızlık müesseselerinin kurulmasına öncülük yaptıklarını da zikretmek gerekir. Bu vesile ile Trabzon il ve ilçeleri ile köylerinde çok sayıda tam teşekküllü kız ve erkek Kur’an kursunun hâlihazırda hizmet verdiğini belirtmek de faydalı olacaktır. Aslında bu faaliyetler yeni olmayıp ülkenin birçok yerinde durma noktasına geldiği o çalkantılı dönemlerde dahi Trabzon’da kesintisiz bir şekilde devam etmiştir. Burada yetişen hafız ve hocalar ülkenin din adamı ihtiyacını karşılamada büyük bir boşluğu doldurmuşlardır.

 

     Çalekli Dursun Efendi, Hacı Hasan Efendi, Mehmet Rüştü Âşıkkutlu, Hacı Yusuf Efendi ve benzeri isimlerin en büyük katkısı, imam-hatip liselerinin, ilâhiyat fakültelerinin veya Yüksek İslam Enstitülerinin hem kuruluşu hem de gelişmesi noktasında olmuştur. Kuruluşu ifadesinden anlaşıldığı üzere bazı hocalar ya bir imam-hatibin açılışına öncülük etmiş ya da bu okulların daha da ileri bir noktaya gelmesi için büyük çaba sarf etmişlerdir. Bu, aslında farklı eğilimler olmakla birlikte medrese geleneğinin yeni eğitim kurumlarına taşınması veya klasik medrese eğitiminin modern eğitimle desteklenmesi anlamına geliyordu. Zira yeni kurulan bu okullarda matematik, fen, felsefe ve psikoloji gibi dersler de okutulmaktaydı. Klasik eğitim veren hocalar, bu kurumlara hem öğrenci yetiştirmiş/göndermiş hem de eğitimci açığı bulunan yani hoca bulmakta zorlanan bu kurumları beslemiştir. Bu anlamda hem ilâhiyat hem de imam-hatiplerin ilk hoca neslinin bir geçiş nesli olduğu da söylenebilir. Söz gelimi Bekir Topaloğlu hem İstanbul İmam-Hatip hem Yüksek İslam Enstitülerinin tarihî hafızası açısından önemli isimlerden birisidir. Okulu ziyaret eden Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in karşısında bu okulların önemini anlatacak ekibin içinde yer aldığı söylenen[17] İstanbul İmam-Hatip mezunu Bekir Topaloğlu’nun, İstanbul Yüksek İslam’ın da hem öğrencisi hem de hocası olarak önemli safhalarının içinde bulunduğu bilinmektedir. Onun İSAM’ın kurumsal anlamda gelişimine sunduğu katkı ise herkesçe malumdur. 1960’ların sonunda imam-hatiplerin orta kısmının kapatılmasına yönelik çalışma yürütülürken Trabzon’dan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile görüşmeye giden ekibin içinde de müftü muavini Rıza Selimbaşoğlu vardır. Konu hakkında Cumhurbaşkanına bazı hususları anlatarak bir rapor takdim etmişlerdir.[18] Bu iki bilgi altmışlı yıllara dair önemli kayıtlar olarak kabul edilmelidir.

 

     Türkiye’de kurulan imam-hatip okulları arasında ilklerde yer alan Trabzon İmam-Hatip Lisesi’nin kuruluşunda da 1951-1960 tarihleri arasında müftülük görevini yürüten Salih Zeki İmamoğlu’nun içinde olduğu bir heyet etkin olmuştur. Bu heyetin içinde ayrıca Kurrâ-Hafız Ali Haydar Özak da yer almaktadır. Okul, hamiyetli insanların gayretleriyle 1953’te açılabilmiştir. Okulun kurumsal olarak gelişmesine Şükrü Öztürk’ün de yönetici olarak önemli katkıları olmuştur. Mülakatında bunların bir kısmına değinen Öztürk’ün “yürür” görünen pek çok işte emeği olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Şükrü Öztürk’ün müftü muavini Rıza Selimbaşoğlu’nu da okuldaki faaliyetlere dâhil etmesi farklı hizmet alanlarının da önünü açmıştır. Bu anlamda Huzur Lokali’nin tesisi ve Öztürk-Selimbaşoğlu ikilisinin gayretleri hem Diyanet mensupları hem İmam-Hatip talebeleri hem de Karadeniz için bereketli pek çok çalışmanın yapılmasına zemin hazırlamıştır. Türkiye’nin ilk kadın hocasının/vaizesinin tayin edildiği Trabzon’da Şükrü Öztürk’ün eşi hanımefendinin yaptığı konuşmalar da Türkiye’de hanımlara yönelik din hizmetlerinin âdeta ilk örneklerinin sunulmasını temin etmiştir. 

 

     Rıza Selimbaşoğlu öğrencilik sonrasında mesleğe atıldığı Ordu’da, ilk öğretmenlik günlerinde Ordu İmam-Hatip Lisesi’nin kuruluşunun mücadelesini vermiştir. Bu okulun kuruluşunda fedakârlığı olan Selimbaşoğlu’nun karşı karşıya olduğu maddî sıkıntılar ve yerel zorluklar bir imam-hatip lisesinin temellerinin atılmasına engel olamamıştır. Şükrü Öztürk ve Rıza Selimbaşoğlu’nun Diyanet İşleri Başkanlığı’nın merkezinde kritik zamanlarda görevler alması hatta bazı birimlerin kuruculuğunu üstlenmeleri, Trabzonlu hocaların kurumsal katkı hanesine eklenmelidir.

 

     Trabzon’da yetişen hocaların katkısı imam-hatip liseleri veya Diyanet İşleri Başkanlığı’nın birimlerinin gelişmesiyle sınırlı olmamıştır. İlâhiyat Fakültelerinin akademisyenleri arasında öncü bazı isimlerden bahsedilebilir. Erzurum Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nin kurumsal tarihi açısından, fakülte dekanlık görevini de yürüten Prof. Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu’nun katkısı olmuştur. Sonrasında yine dekan olarak Bayburt Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne damga vuran Hacımüftüoğlu, Çaykaralı hocaların İlâhiyat’a katkı örneği olarak görülebilir. Bursa İlâhiyat Fakültesi’nde uzun yıllar görev yapan ve aynı zamanda klasik ilimleri okutan Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz da hem akademik yönü hem de medrese kökeni (mücâz-mücîz) vasfı yönüyle kendisine değinilmesi gereken bir isimdir. Trabzon İmam-Hatip Lisesi mezunu olan ve Cansız Hoca’dan da klasik ilimleri okuyan, İstanbul İlâhiyat Fakültesi’nin kurucu dekanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’e de değinilmelidir. Bu anlamda bölgenin hocalarından istifade etmiş örnek kabilinden bazı isimler şöyle sıralanabilir: Marmara İlâhiyat Fakültesi Prof. Dr. Yusuf Şevki Yavuz, Prof. Dr. Yakup Çiçek, Prof. Dr. Emin Âşıkkutlu, Prof. Dr. Hasan Cirit; Ankara İlâhiyat Fakültesi Prof. Dr. Enbiya Yıldırım; Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Prof. Dr. Ahmet Yıldırım; Sakarya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi (bir süre Erzurum Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde de bulundu) Prof. Dr. Abdullah Aydınlı; Erzurum Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Prof. Dr. Arif Yıldırım, Prof. Dr. İbrahim Hakkı Aydın; Rize Recep Tayyip Erdoğan İlâhiyat Fakültesi Prof. Dr. Süleyman Mollaibrahimoğlu, Prof. Dr. İlyas Karslı, Prof. Dr. Salih Sabri Yavuz; Samsun Ondokuz Mayıs İlâhiyat Fakültesi Prof. Dr. Mehmet Okuyan ve Doç. Dr. Hayrettin Öztürk.

 

     Bu listeye eklenebilecek pek çok isim vardır. Ancak akademik olarak belirli bir mesafe kat eden bu hocalar, ilâhiyat fakültelerinde yürüttükleri eğitim çalışmalarının Trabzon menşeli olması açısından kayda değerdir. Bunlar dışında da doğrudan ilâhiyat sahasında çalışmalarını yürütmeyen ancak klasik eğitim almış isimler de söz konusudur. Beyin Cerrahı Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın, dedesinin ismini taşıyan bir kimse olarak Maçka’da Hafız İsmail Hakkı Aydın, babası Müftü Halit Aydın ve dedesinin öğrencisi Abbas Hilmi Hacıefendioğlu gibi isimlerden okuyarak yetişmiştir. Aslında babasının ve kendisinin tahsil sürecinde Çaykara-Of detayının bulunmaması, 1950 sonrası Merkez ve Maçka’daki klasik ilimler eğitim damarını göstermektedir. Merhum Maçka müftüsü Halit Aydın’ın Arapça ve Farsçayı iyi bilmesi, Hafız Ali Haydar Özak’tan okuması, Ragıp İmamoğlu ve (Trabzon Müftüsü) Salih İmamoğlu’ndan Arap Edebiyatı ve Fars Edebiyatı dersleri alması, bir ilçe müftüsü olarak okul açması, personelini tahsile teşvik etmesi gibi vasıfları da dikkat çekmektedir. Onun babası olan ve 1890 yılında Maçka’da dünyaya gelen Hafız İsmail Hakkı ise dikkat çekici bir âlim figürüdür. Onun hocaları arasında Of bölgesinden isimler yanında Cudi Bey de bulunmaktadır. Bu anlamıyla o, Maçka açısından hem maddî hem de manevî anlamda dinî eğitimin mimarlardan birisi sayılabilir.

 

     1960-1970’li yıllar arasında müftülük yapan Abbas Hilmi Hacıefendioğlu da Hafız İsmail Hakkı Aydın ile ilgili bir isimdir. 1900’lü yılların başında dünyaya gelen Abbas Efendi, 1923 yılında Hafız İsmail Hakkı’dan icâzet aldı. Sağlık memuru olarak da çalışan Hacıefendioğlu, Sürmene, Fındıklı ve 1960-1973 yılları arasında Trabzon müftülüğü yapmıştır. Onun öğrencileri arasında İsmail Hakkı Efendi’nin torunlarından Beyin Cerrahı İsmail Hakkı Aydın’ın olması geleneksel bilgi aktarım zinciri açısından anlaşılır bir durumdur. Siyasî yönüyle de dikkat çeken müftü Abbas Efendinin kelam konusunda çok mahir olduğu kaydedilmiştir.

 

     Trabzon’un hocaları ile ilgili değinilmesi gereken hususlardan birisi de tasavvufî ilgileridir. Zira bölgedeki hocalar, Trabzon’da bir karşılığı olan tarikat müessesine dâhil olmuştur. Bu anlamda bölgenin ilimden ve ilmî faaliyetlerden beslenen tasavvuf anlayışı ile sair pek çok yerden ayrıldığı görülmektedir. Tayyib Zühdü Efendi, Hacı Hasan Efendi, Mehmet Rüştü Âşıkkutlu ve Hacı Salih Efendi gibi isimlerin hayat hikâyelerinde de bu durumun izleri görülmektedir. Hacı Ferşad Efendi < Ahmed Ziyaüddin Gümüşhânevî damarı bölge tasavvufî anlayışı açısından ayrı bir yerde durmaktadır. Kısaca burada tasavvufun öne çıkardığı ritüellerin benimsendiği, ancak “sufîlerin” ilimle anıldığı bir anlayışın merkezde yer aldığı hatıralara dair anlatılanlardan anlaşılmaktadır. Bu anlamda Kurrâ-Hafız Ali Çelik’in merhum Nakşî meşâyihinden Ahmet Yaşar Hoca’nın Kur’ân-ı Kerîm eğitimine verdiği önemle ilgili anlattıkları fikir verecektir. Gümüşhânevî tekkesinin geleneğinin bir yansıması olan ilme yönelik bu tercihin temsilcisi Ahmet Yaşar Efendi, Hacı Abdurrahman Beşikçi’den icâzet almıştır. Hasan Râmi Yavuz’un da Abdurrahman Beşikçi’den tasavvuf icâzeti aldığı bilinmektedir. Hacı Hasan Efendi’nin Mehmed Zahid Kotku gözetiminde halvete girdiği ve ondan icâzet aldığı da belirtilmiştir.[19]

 

 

Doç. Dr. Süleyman GÜR
İslâmî İlimler Uygulama ve Araştırma Merkezi

Müdürü

Doç. Dr. Selim DEMİRCİ
Proje Yürütücüsü

                                                                          

 

 

[1] Merhum Yusuf Bilgin için Halil İbrahim Şahin Hoca’nın ifadeleri.

[2] Ensar Neşriyat: İstanbul, 2021.

[3] Mehmet Yahya Kutluoğlu, Topal Hoca (Hacı Lekur) Mehmet Hanefi Kutluoğlu, Trabzon: Dernek Pazarı Köyleri Vakfı, 2004.

[4] İstanbul: Timaş Yayınları, 2013.

[5] İstanbul: Hayat Akademi, 2016.

[6] Trabzon: Değişim Yayınları, 2015.

[7] Editör: Şenol Saylan-Betül Saylan, Trabzon: Trabzon Büyükşehir Belediyesi, 2016.

[8] Burada maksat konuya dair detaylı bir literatür zikretmek değildir. Bahsi geçen çalışmalar örnek kabilinden zikredilmiştir. Bunlar dışında da pek çok kıymetli çalışma söz konusudur.

[9] Bu anlamda 2 Ekim 2023 tarihinde Trabzon Hayri Gür Spor Salonu’nda 1461 hafıza verilen icâzet merasimiyle, ellili ve altmışlı yılların icâzet merasimlerinin hem fotoğraflarının hem de içeriğinin karşılaştırılması değişen şartlar hakkında fikir verecektir. İlerleyen yıllarda Hayri Gür Spor Salonu’ndaki programın resminin ve kayıtlarının, başta tercih edilen mekân ve katılımcıların çeşitliliği (ve şu an göremediğimiz pek çok yön) olmak üzere ifade edeceği değeri görme imkânına sahip olamayacağız. Ancak Çaykara’da Hacı Hasan Erol’un evinin önünde yapılan icâzet merasimi ve o güne ait fotoğraflarla Hayri Gür Spor Salonu’ndaki tablonun yan yana bir değerlendirmesinin yapılması sosyolojik ve politik açıdan kayda değerdir. Merhum Hacı Hasan Efendi’nin ve etrafını saran “sarıklılar” ve halkla birlikte vakur ve mütevazı bir program söz konusudur. Türkiye’nin gelişen iktisadî ve siyasî şartlarının bir yansıması olarak oldukça büyük bir salonda başta Diyanet İşleri Başkanı olmak üzere üst düzey bürokratların katılımıyla gerçekleştirilen 2023 Ekim ayındaki program ise ayrı bir resim sunmaktadır. Burada din eğitiminin serüveni açısından kritik soru şudur: yetmiş yıl sonra bu iki fotoğrafın yanına konulacak üçüncü fotoğraf nerede çekilecek ve resimlerde kimler olacaktır?

[10] Bilgi için bk. Yunus Vehbi Yavuz, “Çaykaralı Hacı Hasan Efendi”, Kur’ân Hadimleri, Ed. Süleyman Gür, 89-128.

[11] Teklifi yapanın o zamanki hükümetin önde gelen bir yetkilisi olarak Necmettin Erbakan olduğu detayıyla birlikte bu bilgiyi, mülakatlarda Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz aktarmıştır.

[12] Mehmet Rüştü Âşıkkutlu için şu yayına da göz atılabilir: https://www.youtube.com/watch?v=_CjCK_r8nis

[13] Şükrü Öztürk, “Safvan Çakıroğlu”, Kur’ân Hadimleri, Ed. Süleyman Gür, 393-394.

[15] Hayrettin Öztürk ile yapılan mülakatta bunların bir kısmına değinilmiştir.

[16] Hayrettin Öztürk, Reîsü'l-Kurrâ Mehmet Eren (Asker Hafız) Ve Kur’an Hizmetleri”, Son Dönem Karadenizli Merhûm Kurrâlar Sempozyumu. Ed. Hayrettin Öztürk, (Samsun: Erkam Yayınları, 2018), 115. Ayrıca krş. Aydeniz, Nurullah. Tek Parti Döneminde Bir Kur’an Öğretmeni: Himmet Babalıoğlu” [A Quran Teacher in the One-Party Period: Himmet Babalıoğlu and the Tozlu Quran Course]. Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi-Pamukkale University Journal of Divinity Faculty 7/1 (2020): 672-694.

[17] Mülakatlarda bu bilgiyle karşılaşılacaktır.

[18] Rıza Selimbaşoğlu Hoca’nın mülakatında konunun detayı aktarılmıştır.

[19] Furkan Ustakurt, “Hacı Abdurrahman Beşikçi”, Kuran Hadimleri, Ed. Süleyman Gür, Ankara: TDV Yayınları, 2020, 12.

Menüyü Kapat